20 Kasım 2012 Salı

Ekmek Elimi Yaktı

Uyandığımda çok dolu doluydum, çok heyecanlıydım, görmek istiyor dokunmak istiyordum. Saatime baktım on ikiydi hemen hızla kalıp ne bulduysam üzerime geçirip çıktım biraz daha uyusun diye de aramadım yaklaşınca ararım dedim, fırına gidip sıcacık pide aldım ve aradım hadi kahvaltıyı hazırla geliyorum diye, o kadar güzel günaydın dedim ki heyecanımı kim olsa anlardı belki o da anladı bilemiyorum. Kısaca konuştuk kaçta gitmesi gerektiğini sordum bir buçuk dedi, tamam deyip hesaplamaya başladım şimdi hazırlamaya başlasa ben zaten yakınım yarım saat kahvaltı yapıp beraber çıkarız diye düşündüm tam diyeceğim yakınım kahvaltıyı hazırla çayı koy, hadi bay bay dedi, diyemedim elimde ekmek var yakınım ben diye. Tamam diyebildim elimde ki ekmeğe baktım sonra salına salına yürümeye başladım ekmek sıcaktı ya elimi yakıyordu, diğer elime alıyordum bir o elimde bir bu elimde, ekmek ve ben ne de hoş yürüyorduk. Yolda ne uzundu amına koyim diye diye çıktım yukarı doğru. Dur dedim ekmek elimi yaktı vereyim de  bir kediye köpeğe nasiplensinler. Ekmek elimi mi yaktı heyecanımı mı , biliyorum ama yandı bir yerler bıraktım sıcacık pideyi kedilere köpeklere. Belki yanmazdı ekmekten elimde yandı, belki hepsini değilde küçük bir parça verirdim kediye ekmekten de hepsini verdim, belki yol uzun gelmezdi ama geldi. Elim yansın istemiyorum ben, yol uzun gelsin istemiyorum ben, aslında ben çok bir şeyde istemiyorum çay koysan yeterdi.

Doğan Çağlaroğlu

1 Eylül 2012 Cumartesi

Prensesim Seni Unutmayacağım

Ah Prenses'im ah, ne kadar da güzel bakardı bana. Bebek gibi yüzü vardı. Bir bebek kadar masum ve tatlıydı.
Beni 2 gün görmesin gördüğü an koşar koşar atlardı boynuma, etrafımda dört dönerdi.
Ne çok severdim onu, Prensesim der boynuma basardım. , onunla birlikte vakit geçirmeye bayılırdım.
Şakalaşırdık falan ama hiç bir zaman çekip gitmezdi, kırılmazdı bana.
Ama her şey zamanla değişti.
Evimizin etrafında karşı cinsler dolaşmaya başladığında sinirlerim bozulmuştu. Evimizin sağında solunda bir sürü erkek !
Prensese kızıyordum artık iş namus meselesi olmuştu, bu iş bir şekilde çözülecekti. Aslında Prensesin o kadar güzel olması bizim oralarda olay yaratacak derecede ciddi bir mesele idi.Prensesin suçu sadece güzel olmaktı. Deliler gibi kıskanıyordum elimden gelse odaya kitleyeceğim çıkarmayacaktım. Ama bunu Prenses'ime de yapamazdım ona da güvenmeliydim. Ve güvendim ama güvenmez olaydım her seferinde dışarılarda sürttü kevaşe! Öldüresim geliyordu adeta. Ama bir cana da kıyamazdım, ne yapmam gerektiğini uzun uzun düşündüm ve kararı aldım. Bu namus meselesinden kurtulacaktım.
Prenses'i aldım ve gözlerini bağladım. Sonra arabaya bindirdim ve çok uzaklara sürdüm bilmediğimiz yerlere gittik Prensesim ile, sonra Prensesi ıssız bir yerde bıraktım hızla uzaklaştım.
Dönerken içim kan ağlıyordu, artık eve geldiğimde kimse boynuma atlamayacaktı ama bir yerde namus meselesi olmuştu bunu kaldıramazdım, devam ettim. Büyük bir parçamdan ayrılmıştım insanın bu kadar sadık köpeğinden ayrılması ne demektir belki bilmezsiniz siz!
Sonra Prenses'imi aylar sonra gördüm, artık sıradan bir sokak köpeği idi o bembeyaz uzun tüyleri pislik içindeydi. Oysa eskiden bembeyaz tüylerini severdim. Prenses sadık süs köpeğim seni unutmayacağım, artık her ne kadar bir kevaşe de olsan, senin yerin apayrı.


Doğan Çağlaroğlu

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Höykürerek Ağladım

Elimdeki bira şişesini durmadan çeviriyordum, arada kafama dikip üç dört lık alıp tekrar çeviriyordum. O gün delicesine içimdekileri yüzüne yüzüne söylemek istiyorum en güçlüsünden bir ses tonu ile, yada deliler gibi höyküre höyküre ağlayacaktım bir türlü dengeyi sağlayamıyor arada gidip geliyordum. Tam bağıracağım duruyorum, tam ağlayacağım susuyorum. Ağzımı bıçak açmıyordu o da konuşmuyordu, tam biram bitti açtım ağzımı yumdum gözümü, evet tam yumdum gözümü gözlerim doldu geri açtım boncuk boncuk ağlıyordum, ağzıma geleni saydım sus diyordu, susmuyordum. Elini ağzıma götürüyordu  homur homur edip elini çekiyor devam ediyordum. Ne olduğumu ne olduğunu nasıl olduğumu nasıl büyüdüğümü dakikalar içinde anlatacaktım, onu nasıl gördüğümü nerede gördüğümü... Kalk gidelim dedi tuttu kolumdan yürümeye başladık, istemiyordum gitmek dövüne dövüne ağlamak tüm içimdekileri anlatmak istiyordum oturdum sokak arasına terk edilmiş bir sürü ev vardı ve bir sürü insan geçiyordu sokaktan ama hiç kimse umurumda değildi, sanırım bende kimsenin umurunda değildim. Sonra başladım ağlamaya ve anlatmaya sarıldı, elleri ile yaşlarımı sildi, o sildikçe yaşlar daha dolu akıyordu... Düşünmeden umarsızca ağlıyor konuşuyordum susmak istesem susamazdım artık, o da ağlıyordu yalnız değildim ben bir ağlıyordum o iki ağlıyordu belki o an bir çok şey için pişman olmuştur. Belki o an beni o kadar saf, o kadar doğru, o kadar dürüst gördüğüne memnun da olmuştur kim bilir. Sonra burnumdan akan sümükleri fışşık fışşık diye çeke çeke kalktım küçükken olduğu gibi koluma silmek istedim ama unutandım yapamadım onu bak. Sonra yürüdük sarıldık öpüştük eve gittik.

Hiç bir bok olmadı, o konuşma o höykürüş bir şeyleri düzeltemedi yoluna sokamadı, anladım ki büyümüştük, çocukken her şey ağlayınca var olurdu evet, ama büyüyünce olmadı. Hayattan öğreneceğin şeyler bazen sokak ortasında höykürmek bile olsa öğrenirsin. Öğrendim bir daha ağlamadım ağlattım, höyküre höyküre ağlattım hemde, umurumda olmadı, canı yandı canım yanmadı, yaş aktı ondan benden akmadı. O da öğrendi artık sokak ortasında ağlamayı ama bir daha ağlamayacak eminim. Her neyse bu kadar şey akşam abim ile yaptığım duygu yüklü konuşmadan çıktı, beraber iki koca adam gibi konuştuk belki de o an büyüdüğüme ilk defa şahit oldum, acayip duygulandım ağlamak istedim hemde höyküre höyküre ağlamak, ağlamadım. Yada ağlayamadım yanımda Fatih vardı, iki tane tavuklu patso söyledik karşılıklı yedik.


Doğan Çağlaroğlu