Eski yıllardı, hemen hemen her gün aşağı ki mahallenin çocukları ve bizim mahalle maç yapardık, kıran kırana. Ama her defasında yenilirdik.
Yılmadan bıkmadan senelerce böylece devam etti.
O mahallenin çocukları hep bizi yendiler. Oynayıp kaybetmek bir nevi iyi.
Birde maç sırasında birisinin annesi çağırıyorsa ve top onunsa bak o zaman işe maç oracıkta kalırdı top yine bizden bir çocuğundu ve aşağı ki mahalle çocukları gidersen kazanmış sayarız derdi.
Ve öyle de oldu bizim çocuk gitti aşağı ki mahalle yine maçı kazandı. Tek fark vardı her zamankinden oynamadan kaybetmiştik, en azından önceleri emek verip koşuyorduk, bu kaybediş daha bir kaybedişti. Hani kazanma umudun olur ya, hah işte onu kaybedişti. En kötüsü buydu umudu kaybetmek bunun telafisi yoktu. Topun sahibi çocuğa değilde annesine nasıl da kızmıştık, Ah be Teyzecim ne yapacaksın sen Ahmet'i sen bırak koşalım biz.
Anlayacağın mahalle maçı gibiydi, kaybedeceğimiz belliydi, ama bu kez umut oldu kaybedilen.
21 Mart 2014 Cuma
20 Şubat 2013 Çarşamba
Pilavın Bana Verdiği Ders
Çok acıkmıştım mıylana mıylana mutfağa gittim dolabı açtım 3 tane domates, 2 tane biber, bir kaç soğan, 4 tane yumurta ıvır zıvır vardı. Canım öylede sebzeli bulgur pilavı çekiyordu ki sormayın, gerçi bizim orada domatesli pilav diyorlar burada öğrendim sebzeli pilav dendiğini.
Domatesleri soğanı biberler doğradım, o ara bakkalı arayıp bir tane de ekmek söyledim. Suyu ketıla koydum kaynadı, bulguru da çıkarttım sonra soğanı biberi ölene kadar pişirdim, sonra domatesleri attım sonra bulguru en sonda kaynayan suyu bekledim pişmesini. Hemen orada duran sarı bezi aldım sonra salona gidip masanın üzerini bir kaç kıvrak hareket ile sildim.
Pilavın pişmesini beklemeye başladım, arada kapağını açıp karıştırıyor içindeki su ne kıvamda bakıyordum, bunu bir kaç defa yaptıktan sonra sanki pişmişti pilav çok güzel tane tane görünüyordu yemek için nasılda heyecanlıydım. Çok seviyordum lan ben pilavı hani çokta açtım bu tada ben, sonra hemen bir kaşık attım tencereye ocak üzerine pişmiş mi diye ama biraz fazla aldım hop attım ağzıma sıcak olduğu aklıma bile gelmedi ağzım yandı hoh hoh hoh ho diye ağzımın içinde pilavı soğutmaya çalışırken acayip şekillere girdim sonra yedim miss gibi olmuştu, sonra tabağa koyup yedim. Ama şöyle de bir durum var bu pilavı çok seviyor her seferinde tadına bakarken ağzım yanıyor ve ben hep hohlayarak ağzımda pilav soğutmaya çalışırken acayip şekillere giriyordum.
Şimdi ben seni kusura bakmazsan sebzeli bulgur pilavına benzetiyorum, hani bazen çok açım sana ben çok heyecanlanıyorum da, sabırsızlanıyorum da, sana her gelişimde ağzım yanıyor benim, hohlayıp soğutamayacak kadar yanıyor hemde, sonra yok oluyorsun ben yine pilavı seviyorum, ağzım yanacak yine aynı şeyi yapıyorum bunu seninle alakası yok sanırım bende var bir açgözlülük. Ben ne olursa olsun sanırım bu sebzeli pilavı çok seveceğim ağzım da yansa yine aynı şeyi yapacağım, belki bana pilav yaparsın bir gün olur mu olur.
Doğan Çağlaroğlu
8 Şubat 2013 Cuma
Lejyonerim Ben
Çok zordu lan, git demiyordu diyemiyordu içten içe bana nasılda alışmıştı. Gideceğim zaman kal da demiyordu, ama göz kapaklarını kapatıp açarak bir bakıyordu ruhunda ee gidemiyordum da, gitmiş gibi yapıyordum. Bir bakmış bir yokmuş, hikaye gibi istediğimizi yazamıyor ama başkalarının yazdığını okuyorduk. Hani okuyorduk ama anlamamak için çaba da gösteriyorduk, dönüp dolaşıp aynı hikayeyi bir daha okuyorduk ve yine anlamak istemiyorduk, hikaye çok boktandı ve biz sonunu hiç sevmemiştik alıp elime kalemi kağıdı hikayeler yazdım ona, okudu ama yine anlamadı. Bıraktım hikaye yazmayı yüzüne yüzüne söyledim yine anlamadı, bence anladı baştan beri her şeyi anladı ama kalbinden geçen şey ile korkuları savaşıyordu ve halen bir galibi yoktu, bende taraflardan birinde lejyoner gibiydim kalbinde yarattığı ve en önde gönderdiği bir savaşçı misali savaşıyordum korkuları ile, korkuları o kadar büyüktü ki elimde kılıç onlarda toplar tüfekler vardı, yalnızdım savaşımda. Aslında savaştan çıkıp gidebilirdik, korkuları kendi kendini yeyip bitirebilirdi de,ama gitmedik biz hep ateş hattında kendimizi müdafa ettik. Bu savaşın sonuna biz karar veremeyecektik kazansak bile ben yine duracaktım kılıcım elimde, dünyayı mı fetih etmem lazımdı? Ben sana Dünyayı fetih edemezdim ama sana minicik güzel bir dünya kurardım, içinde bir şey olmazdı bomboş olurdu, her şeyini biz yapardık ellerimizle, emeğimizle.
İnsanlar kötüdür, kötü hikaye yazan insanlar, başkaların hayatına kötü sonlu hikaye yazanlar bunlardan dolayı utanıyorum insan olmaktan hayvan olayım lan ben dedim en iyisi sonra bir gün yanına gidip öp beni kurbağa olayım tekrar dedim.
Öptü eşşek oldum, ve biz yine istediğimiz olamadık.
Doğan Çağlaroğlu
4 Şubat 2013 Pazartesi
Gel Vallahi Dövmeyeceğim
İnandık bu yaşımıza kadar hepimiz bir çok şeye inandık, ilk başlarda yaramazlıklarımıza annemizin gel vallahi dövmeyecem seni deyip dövdüğünde annemize inanmadık mı mesela?
Hayal kırıklığı değil mi nasıl yalan söyler anne, anne ulan bu anne yalan söyler mi evladına, söyledi.
Eee bazen bir yere gelmen için, bazen bir yerden gitmek için herkes bir şeyler söyler, sonra bu böyle devam eder, ede ede çocuk bunu öğrenir, inandırmayı! İnandırmak için çok kez gel dövemeyecem der ama gelir gelmez yapıştırır tokadı.
Sonra çocuk inanmadan mutlu olmayı öğrenir, gel diyeni olmadan git diyeni olmadan. Tabla başında yediği pilavın yanındaki süs biberin dudağında bıraktığı acı üzerine yakılan bir sigarada...
En sevdiği sanatçının radyoda bir anda çıkmasında...
Güldürdüğü insanın gamzesini görmesinde...
Mutlu olur mesela başkalarını mutlu edince mutlu olur, gider gider insanlar hep gider geriye ne bıraktılarsa acı olur hüzün olur afilli bir söz olur kimse yanındayken çaba harcamaz inanmaz belki de, inancını kaybetmiştir. Zamanında gel dövmeyeceğim demişler ona da.
Ne yaptın peki diye sorduklarında mutlu olmak adına verecek cevabın var mı ?
Nohutlu pilavın yanında süs biberi yemediysen lafım yok.
Güldürdüğün insanın gamzesini farkettiysen ve devam etmediysen güldürmeye yine lafım yok.
İnanç böyle bir şey işte ben mesela pilavın yanındaki acıya inanıyorum ve her defasında yiyorum, vazgeçersem inandığım bir şeyden elimden geleni yapıp çıkmazsam dışarıya yiyemem pilavı ee doğal olarak mutlu olamam, neye inandın sen de evden çıkmadın, höh oturdun mu evinde, pilavcılar tabla usulü güzeldir nohutlupilavım döke saça rezil rezil yerken mükemmellerdir, bazen kalkmak lazım oturduğun yerden, yürümek lazım, mutluluk attığın ve atacağın her adımda olur, öyle oturup duruyorsan ve inanıyorum diyorsan pilavcı olup salonuna tabla ile pilavcı bile açarım da yapma sen kalk yerinden gamzesiniöptüğüm.
Boka sardı muhabbet pilav da pilav pilavına sıçım mi diyorsun bok ye pilav yeme amma uzattın mı diyorsun bu inanç muhabbetini?
Bak mesela gel dövmeyeceğim dedim geldin inanç üzerine afilli şeyler yazacağım sandın ama ne oldu ? Pilav deyip durdum inanç böyle bir durum işte ucu bucağı yok seviyorsan inanırsın, birine inanmışsan yapacak hiç bir şey yok hep inanacaksın bak yazımı okuyorsun çünkü inanıyorsun bana, benimle inandığın hiç bir şey boş değil, ben mesela şimdi yaramazlık yapsam annem gel dövmeyeceğim dese giderim ha tokat yiyeceğim garanti ama olsun anne bu sevilir inanılır, gitmezsem daha çok döver.
Doğan Çağlaroğlu
Hayal kırıklığı değil mi nasıl yalan söyler anne, anne ulan bu anne yalan söyler mi evladına, söyledi.
Eee bazen bir yere gelmen için, bazen bir yerden gitmek için herkes bir şeyler söyler, sonra bu böyle devam eder, ede ede çocuk bunu öğrenir, inandırmayı! İnandırmak için çok kez gel dövemeyecem der ama gelir gelmez yapıştırır tokadı.
Sonra çocuk inanmadan mutlu olmayı öğrenir, gel diyeni olmadan git diyeni olmadan. Tabla başında yediği pilavın yanındaki süs biberin dudağında bıraktığı acı üzerine yakılan bir sigarada...
En sevdiği sanatçının radyoda bir anda çıkmasında...
Güldürdüğü insanın gamzesini görmesinde...
Mutlu olur mesela başkalarını mutlu edince mutlu olur, gider gider insanlar hep gider geriye ne bıraktılarsa acı olur hüzün olur afilli bir söz olur kimse yanındayken çaba harcamaz inanmaz belki de, inancını kaybetmiştir. Zamanında gel dövmeyeceğim demişler ona da.
Ne yaptın peki diye sorduklarında mutlu olmak adına verecek cevabın var mı ?
Nohutlu pilavın yanında süs biberi yemediysen lafım yok.
Güldürdüğün insanın gamzesini farkettiysen ve devam etmediysen güldürmeye yine lafım yok.
İnanç böyle bir şey işte ben mesela pilavın yanındaki acıya inanıyorum ve her defasında yiyorum, vazgeçersem inandığım bir şeyden elimden geleni yapıp çıkmazsam dışarıya yiyemem pilavı ee doğal olarak mutlu olamam, neye inandın sen de evden çıkmadın, höh oturdun mu evinde, pilavcılar tabla usulü güzeldir nohutlupilavım döke saça rezil rezil yerken mükemmellerdir, bazen kalkmak lazım oturduğun yerden, yürümek lazım, mutluluk attığın ve atacağın her adımda olur, öyle oturup duruyorsan ve inanıyorum diyorsan pilavcı olup salonuna tabla ile pilavcı bile açarım da yapma sen kalk yerinden gamzesiniöptüğüm.
Boka sardı muhabbet pilav da pilav pilavına sıçım mi diyorsun bok ye pilav yeme amma uzattın mı diyorsun bu inanç muhabbetini?
Bak mesela gel dövmeyeceğim dedim geldin inanç üzerine afilli şeyler yazacağım sandın ama ne oldu ? Pilav deyip durdum inanç böyle bir durum işte ucu bucağı yok seviyorsan inanırsın, birine inanmışsan yapacak hiç bir şey yok hep inanacaksın bak yazımı okuyorsun çünkü inanıyorsun bana, benimle inandığın hiç bir şey boş değil, ben mesela şimdi yaramazlık yapsam annem gel dövmeyeceğim dese giderim ha tokat yiyeceğim garanti ama olsun anne bu sevilir inanılır, gitmezsem daha çok döver.
Doğan Çağlaroğlu
4 Ocak 2013 Cuma
Sevgilim Gömleğimi Giymişti
Uyandım, sevdiceğim yanımda yoktu panikledim ama onu görünce içime sular serpildi camdan dışarıyı izliyordu, gömleğimi giymiş ne de tatlı görünüyordu. Uyandığımı fark etti döndü gamzelerini gözümün içine soka soka gülümsedi, lan dedim içimden yapma bitiyorum şu gülüşüne. Sonra kalktım arkasından sarıldım az boyum uzundur eğildim, boynundan koklayarak öptüm, günaydın sabahsıcaklığım dedim. Kar dedi ne güzel yağıyor, kar toprağı ile buluşuyor ama yazları onlar ayrılıyor hasret kalıyorlar, sen her sabah benim gömleğimi giy dedim yazı kışı yok beraberiz işte sınıflandırma zamanlarımızı dedim. Sen her zaman zarfında olsan ya dedim, kahvaltı hazırladım uyurken izledim seni kıyamadım dedi uyandırmaya gel hadi yapalım dedi. İçerdeki tahta masamıza geçtik üzerine mavi beyaz kareli masa örtümüzü sermişti, neler yoktu ki masada her şeyin başında o vardı yeterdi dedim içimden gözlerime baktı, afiyet olsun Hayatım dedi. O konuştukça sabahlar aydın oluyordu ben mutlu.
Ekmek nerede yavrucuğum dedim, of ya unuttum dedi. Hey allahım çok açım ya nasıl olacak bakkalı mı beklicem dedim. Ara da getirsin o zaman dedi ! Aradım acımdan ölene kadar bekledim, kapı zili o an duyduğum en güzel sesti, açtım bakkal ekmeklerimi getirmişti eyvallah gardaşım iyi ki varsın dedim verdim parasını gitti. İçeri girdim amına koyim masada yine Ahmet vardı, ancak uyanabilmiştim o benim gömleğimi giyen kız yine uyanmak ile uyanmamak arasında gördüğüm rüyammış. Ahmet bari çayları koy lan dedim, çay kaşığı getirmemişim alıver dedi, aldım kahvaltımızı yapıp işe gittik.
Doğan Çağlaroğlu
20 Kasım 2012 Salı
Ekmek Elimi Yaktı
Uyandığımda çok dolu doluydum, çok heyecanlıydım, görmek istiyor dokunmak istiyordum. Saatime baktım on ikiydi hemen hızla kalıp ne bulduysam üzerime geçirip çıktım biraz daha uyusun diye de aramadım yaklaşınca ararım dedim, fırına gidip sıcacık pide aldım ve aradım hadi kahvaltıyı hazırla geliyorum diye, o kadar güzel günaydın dedim ki heyecanımı kim olsa anlardı belki o da anladı bilemiyorum. Kısaca konuştuk kaçta gitmesi gerektiğini sordum bir buçuk dedi, tamam deyip hesaplamaya başladım şimdi hazırlamaya başlasa ben zaten yakınım yarım saat kahvaltı yapıp beraber çıkarız diye düşündüm tam diyeceğim yakınım kahvaltıyı hazırla çayı koy, hadi bay bay dedi, diyemedim elimde ekmek var yakınım ben diye. Tamam diyebildim elimde ki ekmeğe baktım sonra salına salına yürümeye başladım ekmek sıcaktı ya elimi yakıyordu, diğer elime alıyordum bir o elimde bir bu elimde, ekmek ve ben ne de hoş yürüyorduk. Yolda ne uzundu amına koyim diye diye çıktım yukarı doğru. Dur dedim ekmek elimi yaktı vereyim de bir kediye köpeğe nasiplensinler. Ekmek elimi mi yaktı heyecanımı mı , biliyorum ama yandı bir yerler bıraktım sıcacık pideyi kedilere köpeklere. Belki yanmazdı ekmekten elimde yandı, belki hepsini değilde küçük bir parça verirdim kediye ekmekten de hepsini verdim, belki yol uzun gelmezdi ama geldi. Elim yansın istemiyorum ben, yol uzun gelsin istemiyorum ben, aslında ben çok bir şeyde istemiyorum çay koysan yeterdi.
Doğan Çağlaroğlu
Doğan Çağlaroğlu
1 Eylül 2012 Cumartesi
Prensesim Seni Unutmayacağım
Ah Prenses'im ah, ne kadar da güzel bakardı bana. Bebek gibi yüzü vardı. Bir bebek kadar masum ve tatlıydı.
Beni 2 gün görmesin gördüğü an koşar koşar atlardı boynuma, etrafımda dört dönerdi.
Ne çok severdim onu, Prensesim der boynuma basardım. , onunla birlikte vakit geçirmeye bayılırdım.
Şakalaşırdık falan ama hiç bir zaman çekip gitmezdi, kırılmazdı bana.
Ama her şey zamanla değişti.
Evimizin etrafında karşı cinsler dolaşmaya başladığında sinirlerim bozulmuştu. Evimizin sağında solunda bir sürü erkek !
Prensese kızıyordum artık iş namus meselesi olmuştu, bu iş bir şekilde çözülecekti. Aslında Prensesin o kadar güzel olması bizim oralarda olay yaratacak derecede ciddi bir mesele idi.Prensesin suçu sadece güzel olmaktı. Deliler gibi kıskanıyordum elimden gelse odaya kitleyeceğim çıkarmayacaktım. Ama bunu Prenses'ime de yapamazdım ona da güvenmeliydim. Ve güvendim ama güvenmez olaydım her seferinde dışarılarda sürttü kevaşe! Öldüresim geliyordu adeta. Ama bir cana da kıyamazdım, ne yapmam gerektiğini uzun uzun düşündüm ve kararı aldım. Bu namus meselesinden kurtulacaktım.
Prenses'i aldım ve gözlerini bağladım. Sonra arabaya bindirdim ve çok uzaklara sürdüm bilmediğimiz yerlere gittik Prensesim ile, sonra Prensesi ıssız bir yerde bıraktım hızla uzaklaştım.
Dönerken içim kan ağlıyordu, artık eve geldiğimde kimse boynuma atlamayacaktı ama bir yerde namus meselesi olmuştu bunu kaldıramazdım, devam ettim. Büyük bir parçamdan ayrılmıştım insanın bu kadar sadık köpeğinden ayrılması ne demektir belki bilmezsiniz siz!
Sonra Prenses'imi aylar sonra gördüm, artık sıradan bir sokak köpeği idi o bembeyaz uzun tüyleri pislik içindeydi. Oysa eskiden bembeyaz tüylerini severdim. Prenses sadık süs köpeğim seni unutmayacağım, artık her ne kadar bir kevaşe de olsan, senin yerin apayrı.
Doğan Çağlaroğlu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)