24 Aralık 2016 Cumartesi

Vazgeçme!

Bir gün tam olarak ne yapacağımı bilmediğim bir zaman kitap yazmaya karar verdim hem de hiç kitap okumamama rağmen, çabamı takdir edersiniz. Sonra ne üzerine yazacağımı düşünmeye başladım, önce hemen polisiye yazayım dedim, sonra insanlar Arka Sokaklara o kadar alışmıştı ki beni fark bile etmezlerdi anında vazgeçtim, sonra aşk üzerine biraz düşündüm, evet evet aşk üzerine yazacaktım insanların kırık kalplerinden faydalanacak tam bir umut taciri olacaktım, biraz araştırma yaptıktan sonra Arda Erel diye bebenin birine rastladım, bebe ‘Amin.’  yazıyor binlerce kişi yorumlar atıyor beğeniyordu. Bu adam aşk üzerine afilli olmayan ama afilli olduğunu zannettiği kısa aşk sözleri yazıyor kalbi kırık kadınlar mest oluyordu. Bu karşılaştığım sahneden sonra aşk meşk üzerine yazıp kendimi o seviyeye çekmemeye karar verdim. Sonuç olarak artık ben tecrübeli bir analist ve yazardım. Güzel ülkemin güzel insanlarını boylu boyunca bir analiz ettim, sorunu bulmuştum kişisel olarak gelişmeye muhtaç bir kitle beni bekliyordu, beni ve parmaklarımdan ırmaktan bir su misali dökülen cümlelerimi.
Bilgisayarım önümde tam yazacaktım ki bir şeyler eksikti gittim kendime hemen bir kahve koydum, sonra kedim geldi içeri, evet kedi, bir yazarın olmazsa olmazı evcil bir hayvan arada onunla konuşacak delirmeye yakın bir çizgide sizin için ilk şaheserimi tamamlayacaktım. Kedime de mamasını verdikten sonra bilgisayarımın başına geçtim. Hiçbir şey planladığımı gibi gitmiyor nereden başlayacağımı bilmiyor ırmaktan dökülmesini beklediğim su adeta donmuş akmıyordu. Kapattım bilgisayarı, Bir tane müsvedde kağıt aldım elime, önce burada karalayacak sonra toparlayacaktım. Yine olmadı tek bir kelime bile yazamıyordum, yazmak için okumak mı gerekti diye kendime sorular sormaya başladım, cevaplamadan hiç birini yattım.
Ertesi gün uyandığımda eksik olanı bulmaya çalışıyordum biraz twittera biraz instagrama baktım, sonra tekrar yeni bir sayfa açtım, sanırım eksiği bulmuştum hemen hemen her yazar sigara içiyordu, koşa koşa bakkaldan uzun bir parlıament aldım. Uzun aldım ki en pahalısı oydu ve durmadan sigara yakmak zorunda kalmayacaktım. Yaktım bir tane parlıament ve düşünmeye başladım, kahvem eksikti yine, gittim en sertinden bir de kahve yaptım kendime sigaram bitmiş ikincisini yakmış ve artık hazırdım başlayabilirdim. Başladım ama yine bir şeyler olmuyordu hep bir şey eksik kalıyordu. Ama bir kişisel gelişimci vazgeçer miydi? Tabii ki koca bir HAYIR. Artık kendimi tam bir kişisel gelişim uzmanı olarak görüyordum, tek eksiğim bunu okuruma en doğru ve faydalı biçimde nasıl aktarabilirdim. Uzun uzun düşündüm sanırım eksiğimi bulmuştum sarma tütün, evet hemen temin edip okurumu daha fazla bekletmemeliydim. Çünkü tüm yazarlar sarma tütün içiyor gibi hayal ediyordum. Gidip sarma kağıdı, tütün ve filtre alıp geldim. Eveet artık yazmaya başlayabilirdim.
‘Vazgeçme.’ yazdım evet bu kitabımın adı olmalıydı büyük puntolarla VAZGEÇME yazıp ilk paragrafa başladım.
Neredesin, hayatın neresindesin? Nerede olmak istiyorsun da sen neredesin? İstediğin yerde olabilmek için ne yaptın? Şansın yaver gitmediyse suç senin, kendine şans yarat.’ yazdım.
Çok havalı bir cümle olmuş çok iyi gidiyordum zengin olmak tanınmak istiyordum. Ve benim için tek yol buydu. İnsanları gaza getirerek onların parasını alacak hem tanınacak hem de zengin olacaktım. Planımın tıkır tıkır işlemesi için ilk adımı atmıştım, kitabın her sayfasında vazgeçme diye diye yüzsüz arsız bir kitle oluşturacaktım ama olsun ben emelime ulaşacaktım. Gizliden gizliye üzerime bir suçluluk çökmeye başlamıştı ama bunun üstesinden gerçek bir kişisel gelişim uzmanı gayet de gelebilirdi.
‘Bak Steve Jobs’a adam okulu bıraktı neler yaptı.’ dedim.
Bir anda beynim kötülüğe odaklanmış ulaşabildiğim canım okurlarıma okulu bıraktıracaktım bunu bilinç altına aşılacaktım ve onlar bunu hiç hissetmeyecekti. Bu uzun soluklu bir projeydi, önce cahil bırakıp sonrasın da her daim benden medet uman bir kitleyi resmen abonem yapacaktım. Artık ben kötü biri ama iyi bir kişisel gelişim uzmanıydım.
Okurlarıma bunun bir başlangıç olacağını hayatları boyunca onlara destek olmanın boynumun borcu olduğunu hatırlatıyor ve yine ciğerlerinden vuruyordum onları.
Aslında benim okuruma borcum falan yoktu onların bana borçları vardı. Benim tek borcum İş Bankasına olan kredi borcumdu ve canım yazarlarım sayesinde kimseye borcum kalmayacak mutlu mesut yaşayacaktım.

Okuruma sürekli ‘Sen başarırsın! Tüm yolları dene! Vazgeçme!’ diye telkinlerde bulunuyor araya hiç olmayan sıfırdan zirveye çıkmış başarı hikayeleri uydurarak onları umutlandırıyordum ki telefonum çaldı arayan annemdi. Sanki hissetmiş olacak ki ‘ Benim güzel oğlum, benim iyi kalpli oğlum’ diye uzun uzun sıfatlarla seviyordu beni. Söyleyemedim ‘Anne ben artık kötüyüm, ben artık bir umut taciriyim.’ diye üzemezdim annemi. Sonra okurum şaheserim için can atsa da kitabımı yayınlamamaya, onları kandırmamaya, annem için hayırlı evlat olmaya karar verdim. Bu anımı sizlerle paylaşırken benim için kişisel gelişimini tamamlamış bu çerçevede başarılı olmuş tek bir isimden bahsederek satırlarımı sonlandıracağım. Fadıl Akgündüz nağm-ı diğer Jet Fadıl. Ülkesindeki güzelim insanlara güzellikler yapan onlar için dişini tırnağına takıp gece-gündüz çalışan güzel insan Fadıl abi, umarım kendini çok özletmezsin.

Doğan Çağlaroğlu

14 Eylül 2016 Çarşamba

Forklift Gibi Olmak

      Daha önceden hiç gitmediğim gitmeyi düşünmediğim bir şehre gelmiştim, her şey çok garipti insanlar daha fazla sokakta tam olarak ne yaptığını bilmiyor, şehrin o tozlu havası içerisinde sağa sola gidiyorlar, hiç bakmadığım kadar insanlara baktım, otobüsü de kaçırmıştım zaten, böyle gereksiz boş zamanlar da alabildiğince insan incelerim. Birisi; ''Hişş sen ne bakıyon lan dik dik'' dedi. Duymazdan geldim, zaten çok sıkılmıştım taksiye binip ayrıldım artık beni yakalayamazdı da. Havanın bu kadar tozlu olması lanet bir şeydi, güneş çok bulanıktı, belki de ilk defa bu kadar bulanık görüyordum, bilseydim o kadar çok güneş gözlüğü takmaz güneşi doyasıya görebilirdim. Çoğu yer inşaat ama hiç bitmeyecek gibi çalışan kimse de yok, yahu yapıp yapıp yarım yamalak bırakmışsınız lan diye bağırdım. O ara inşaatlardan birinde forklift gördüm, daha önce de görmüştüm. Ama ilk defa görüyor gibi önemsiyor gibiydim. Belki çoğumuz bilmiyoruz bir çok şey gibi, görüyoruz görmezden geliyoruz yapılan onca şeyi, takdir etmeden en azından ''vay be'' demeden geçiyoruz. Kim bilir görmediklerimiz görmeden geldiklerimiz de çokta önemsememiştir. Çok kafa karıştırmakta istemiyorum, sen git onca şey yap, görülmesin üzücüdür muhtemelen yani ben forklift olsam üzülürdüm. Sonra forkliftin üzülüp üzülmediğini merak ettim.

      ''Ya da hayır tam olarak forklift gibi olmak lazım, küçük görünmek öyle devasa iş makinesi gibi olmayıp kendinden ağır yükler taşıyabilmek, muhtemelen önemsenmeyen ama ihtiyaç duyulan, görmezden gelinen ama zor zamanlarda ee mutlaka olması lazım olan denilen forklifti bir düşündüğünüz de sizde olmak isteyeceksiniz, belki de istemeyeceksiniz. İstemeyecek olmanız sizin ben yapayım kıymet bilinsingillerdensiniz. ''
   
       Yanına gidip ''Merhaba'' dedim. 
       Bekle bir saniye ben sana dönecem dedi sırtındaki yükü indirdi ve bana dönüp ''Aleyküm selam'' dedi. 
       Çok samimiydi beni biraz şaşırtmıştı, bu samimiyetle bir anda ''Sen üzülüyor musun?'' dedim.
       ''Sen ne diyon allasen'' dedi.
       ''O kadar iş yapıyorsun, minicik bir şeysin kocaman şeyler kaldırıyorsun bana mısın demiyorsun, ee bunu insanlar görüp vay be şuna bak diyorlar mı yani gelip seni takdir ediyorlar mı?'' dedim.
       ''Sen kimsin benim aklımı bulandırıyorsun, yapıyorum evet bakıyorum olmuş kafi, o kadar da önemli değil gelmiş takdir etmiş etmemiş, abi ben kedime laf getirtmem forklift işini yapmıyor dedirtmem'' dedi.
       ''Ulan sen ne gerizekalı bir şeysin dedim, kullanıyorlar oğlum seni karın tokluğuna çalıştırıyorlar, senin yaptığın işi 10 adam yapar 100 lira yövmiye verse 1.000 lira yapar aylık 30.000 lira hadi siktir et pazarları çalışmasınlar 26.000 lira sen gelmiş işime laf getirtmem diyorsun bende seni bir bok sanmıştım'' dedim.
       ''Yapmayıp ne yapacağım, hiç bir işe yaramıyor olmak daha çok üzmez mi?'' dedi.
       ''Üzer forklift üzer, bir şey yapamamak, daha çok üzer, sanırım haklısın'' dedim.
       ''Yaptıklarından uzak olmak üzer, yapamayacak olman üzer, üzülmemek için görmezden mi gelmek lazım yani? Görülmemeyi en iyi sen bilirsin'' dedim.
       ''Tam olarak öyle değil, yine üzülürsün ama başkaları seni üzer sen kendini üzmüş olmazsın başkaları seni üzerken sen kendini mutlu etmiş oluyorsun bir nevi, demem o ki yapabileceklerini yapabiliyorken yap, yapamayacağın zamanlar gelecek ve sen kendini üzmeye başlayacaksın'' dedi.
       ''Vay be dedim forklifte bak sen. Az önce gerizekalı dediğim yıllarca görmezden geldiğim forklifte de bak sen hayat dersi veriyor resmen'' dedim. 
       Artık forklift gözümde tam bir kahramandı.
       ''Canım Forklift abi ben gidiyorum seni bu inşaatta bırakıyorum dedim','' yani sanmıyorum kıymetini bilmezlerde, aman bilmezlerse bilmesinler zaten ölünce kıymete biniyor her şey diyerek sırtını sıvazladım yürüdüm.Sonra forklift gibi olmaya karar verdim. 

4 Ocak 2016 Pazartesi

Ateşli Bir Yılbaşı

Nasıl da kar yağıyordu, öksüre öksüre eve girmek üzereydim 31 aralıktı saatler sonra yılbaşı ve benim doğum günümdü. Evde kimse de yoktu sadece Rakı vardı. Rakı minik beyaz bir kedi. Eve girdim salona daha geçmeden Rakı ayaklarıma kapandı miyav mırr muuur etti dur be oğlum çok hastayım dedim. Noldu abi dedi. Boğazlarım çok kötü bademciklerim indi herhalde dedim. İçine atlet giymezsen hasta olursun tabi artist gibi geziyorsun, diyince tepem attı kes lan kedi dedim gitti. Sonra düşündüm ondan başka kimsem yoktu. Rakıııığğ diye bağırdım gelmedi bende gitmedim yanına kediydi o ayağına mı gidecektim. Sonra acıktı yanıma geldi bende açtım, bana çok açım abi dedi, bende açım dedim patso söylesene dedim aradı iki tavuklu patso söyledi. Hatta pos cihazı bile istedi. Kurye biraz şaşırdı hesabı kedi ödeyince ama olsun yedik patsoları. Ben gittikçe kötü oluyordum Rakı bu duruma daha fazla dayanamadı dur abi bir ateşine bakayım senin dedi alnıma dudaklarını değdirdi,aboo dedi yanıyon sen olmaz böyle ben bi üst komşuya gideyim küçük çocuğu var ateş ölçeceği vardır onda. Gitti geldi yokmuş sirkeyle geldi elinde bide theraflu ile, olum hapı tamam da sirkeyi napcan dedim, dur sen abi şimdi bi bez alayım sen soyun seni sirkeyle iyice silecez dedi, soyundum mutfaktan sarı bezi almış gelmiş tepikle bi vurdum mal dedim onla mı sileceksin abi yanlış anlamada bana muhtaçsın sus istersen dedi haklıydı sustum, leğende bulmuş sirkeli suyla beni iyice sildi koltuk altımı falan tam beni siliyor yıl başı olmuştu, doğum günün de kutlu olsun hadi hadi dedi öptü, bende onu öptüm. Ateşim biraz düşmüştü kendime geldim yavaş yavaş, sonra gittim ılık bir duş aldım. Kendime gelmiştim saat artık 2’ydi. Neler oldu hatırlamıyorum ama rakı artık konuşmuyor ayaklarımın kenarında mırr mırr edip duruyordu, çok üzüldüm artık rakı konuşamıyordu noldu dedim miyavladı gitti kapıyı tırmaladı, kapıyı açtım kumuna kakasını yaptı, kapı ne zamandır kapalıydı lan dedim, kedi bana bakmadı mı? Vayy anasını ne ateşmiş be dedim kendi kendime uyudum sonra.

28 Haziran 2015 Pazar

Çok Cool Bar Maceram

Cumartesi gecesi saat 23.00 gibi telefonuma gelen mesaj ile heyecanım doruk yaptı kız mesajda ‘’Taksimde 4 kızız gelsene hadi ya sende’’ diyordu. Hemen üzerime en yakışan t-şörtümü giyip çıktım zaman kaybetmemek için taksiye bindim. Meydanda inip hızlı hızlı aşağıya doğru yürümeye başladım, Mavinin olduğu aradan girip eskici bara girecektim aradım kapıya çıktı, beraber içeri girdik. Her şey çok farklıydı kapıdaki badigart önüme geçmemiş içerisi çok dolu dememişti aksine hoş geldiniz diyordu, işler sandığımdan daha olumlu geçiyor içime bir kuşku düşüyordu, içerisi henüz dolmamış ama boşta sayılmazdı. Masalarda 2’li kızlar aşırı fazlaydı Hakan Peker’den karam şarkısı çalıyor kızlar birbirlerine aşkla bakarak dans ediyordu. Burada bira çok ucuz çok suluydu su gibi içeceğimi kafama baştan koymuştum. Sonra etrafı dikkatlice süzdüm yakışıklı erkek yoktu herkesten bir adım öndeydim yanımda 4 kız ortamdakilerden de daha yakışıklıydım, sağıma soluma bakıyor bana bakan var mı diye sürekli kontrol ediyordum. Hiç dans etmeyerek cool bir çizgi çiziyor, hadi yaa sende gelsene tekliflerine yine çok cool bir kafa hareketiyle ret ediyordum. Umarım gecenin sonuna kadar bu çizgimi koruyacaktım. İçeriye boy ortalaması 150-155 olan 5 kız 3 erkek geldi, ilginçtir erkekler yakışıklı kızlar çirkin ve kısa olmasına karşın şanslılardı. 3 masa yanıma durdular. Bana rakip çıkmıştı mekanda taaki oryantalimsi bir müzikle dans etmeye çalışmaya başlayınca o 3 erkek, direkt eledim cool çizgimle onları eziyordum adeta. Mekanda hala en popüler bendim, ancak mekanda güzel kız yoktu vardı ama çok azdı, öz güvenli kızlar dans ediyor şarkı tam biterken dans hareketleri yavaşlıyor yeni şarkıya tam geçerken duruyor yeni gelen melodiyi tahmin etmeye çalışıyor şarkı başlayınca biliyor aaaaaoooooowwww kikikihihihi diye çığlıklar atıyor çok sevinerek ekstra hızlı dans etmeye başlıyordu mekandaki herkes bu hareketi her şarkı geçisin de yapıyor, sarhoş olup bi an bende yapayım dedim ama cool çizgimden çıkmamaya karar verdim, artık yan masalardan kızlar bana bakmaya başlamıştı. Her şey istediğim gibi gidiyor yanımda 4 kız olmasına rağmen onlarla hiç ilgilenmiyor yeni heyecanlar arıyordum. Mekanda kız ayarlamak çok kolaydı benim için o gece. Mekan git gide dolmaya başlamıştı. Ayaküstü sevişmeler de başlamıştı kıza arkadan sarılıyor ilginç ilginç hareketler yapıyorlar bende izliyordum. Mekan Çelik Ateşteyim şarkısının başlaması kızların şarkıyı tahmin etmesi ve çığlıkları ile tavan yaptı. Yanımızdaki 4 kızdan birisi kızlardan birinin kız kardeşiydi ve yaşı tahminimce 18’di erkek arkadaşıyla tartışmış, ne yapması gerektiğinden bahsettim, aaa inanmıyorum çok teşekkür ederim harikasın sen dedi, harika olduğumu biliyordum en harika bendim o gece, sonra bana ablasının en sevdiği arkadaşının ben olduğumdan bahsetti. Allah'ım yine bi kız arkadaşımın kardeşi hayran olmuştu. Canımsın diyerekten ağabeyce sevdim onu. Tarkan’dan sen başkasın çalınca kıvrak danslar göndermeli şarkıya eşlikler başlamıştı bile. 3. 50’lik biramı da bitirmiş ortamdan sarhoş olmaya başlamıştım artık durmalıydım çirkin danslar etmek istemiyordum mekana cool girdim cool çıkmak istiyordum. O kadar havalıydım ki hiçbir kızla konuşmadan mekandan çıktım kızlar taksiye bindi bende taksiye bindim eve dönüyordum, çok hareketli bir geceydi. Eve geldiğimde yatağımda Hamza uyuyakalmıştı, salondaki kanepede uyudum. 

Doğan Çağlaroğlu

21 Mart 2014 Cuma

Mahalle Maçı

Eski yıllardı, hemen hemen her gün aşağı ki mahallenin çocukları ve bizim mahalle maç yapardık, kıran kırana. Ama her defasında yenilirdik.
Yılmadan bıkmadan senelerce böylece devam etti.
O mahallenin çocukları hep bizi yendiler. Oynayıp kaybetmek bir nevi iyi.
Birde maç sırasında birisinin annesi çağırıyorsa ve top onunsa bak o zaman işe maç oracıkta kalırdı top yine bizden bir çocuğundu ve aşağı ki mahalle çocukları gidersen kazanmış sayarız derdi. 
Ve öyle de oldu bizim çocuk gitti aşağı ki mahalle yine maçı kazandı. Tek fark vardı her zamankinden oynamadan kaybetmiştik, en azından önceleri emek verip koşuyorduk, bu kaybediş daha bir kaybedişti. Hani kazanma umudun olur ya, hah işte onu kaybedişti. En kötüsü buydu umudu kaybetmek bunun telafisi yoktu. Topun sahibi çocuğa değilde annesine nasıl da kızmıştık, Ah be Teyzecim ne yapacaksın sen Ahmet'i sen bırak koşalım biz.

Anlayacağın mahalle maçı gibiydi, kaybedeceğimiz belliydi, ama bu kez umut oldu kaybedilen.

20 Şubat 2013 Çarşamba

Pilavın Bana Verdiği Ders

  Çok acıkmıştım mıylana mıylana mutfağa gittim dolabı açtım 3 tane domates, 2 tane biber, bir kaç soğan, 4 tane yumurta ıvır zıvır vardı. Canım öylede sebzeli bulgur pilavı çekiyordu ki sormayın, gerçi bizim orada domatesli pilav diyorlar burada öğrendim sebzeli pilav dendiğini.
Domatesleri soğanı biberler doğradım, o ara bakkalı arayıp bir tane de ekmek söyledim. Suyu ketıla koydum kaynadı, bulguru da çıkarttım sonra soğanı biberi ölene kadar pişirdim, sonra domatesleri attım sonra bulguru en sonda kaynayan suyu bekledim pişmesini. Hemen orada duran sarı bezi aldım sonra salona gidip masanın üzerini bir kaç kıvrak hareket ile sildim.
Pilavın pişmesini beklemeye başladım, arada kapağını açıp karıştırıyor içindeki su ne kıvamda bakıyordum, bunu bir kaç defa yaptıktan sonra sanki pişmişti pilav çok güzel tane tane görünüyordu yemek için nasılda heyecanlıydım. Çok seviyordum lan ben pilavı hani çokta açtım bu tada ben, sonra hemen bir kaşık attım tencereye ocak üzerine pişmiş mi diye ama biraz fazla aldım hop attım ağzıma sıcak olduğu aklıma bile gelmedi ağzım yandı hoh hoh hoh ho diye ağzımın içinde pilavı soğutmaya çalışırken acayip şekillere girdim sonra yedim miss gibi olmuştu, sonra tabağa koyup yedim. Ama şöyle de bir durum var bu pilavı çok seviyor her seferinde tadına bakarken ağzım yanıyor ve ben hep hohlayarak ağzımda pilav soğutmaya çalışırken acayip şekillere giriyordum.
Şimdi ben seni kusura bakmazsan sebzeli bulgur pilavına benzetiyorum, hani bazen çok açım sana ben çok heyecanlanıyorum da, sabırsızlanıyorum da, sana her gelişimde ağzım yanıyor benim, hohlayıp soğutamayacak kadar yanıyor hemde, sonra yok oluyorsun ben yine pilavı seviyorum, ağzım yanacak yine aynı şeyi yapıyorum bunu seninle alakası yok sanırım bende var bir açgözlülük. Ben ne olursa olsun sanırım bu sebzeli pilavı çok seveceğim ağzım da yansa yine aynı şeyi yapacağım, belki bana pilav yaparsın bir gün olur mu olur.


Doğan Çağlaroğlu

8 Şubat 2013 Cuma

Lejyonerim Ben

Çok zordu lan, git demiyordu diyemiyordu içten içe bana nasılda alışmıştı. Gideceğim zaman kal da demiyordu, ama göz kapaklarını kapatıp açarak bir bakıyordu ruhunda ee gidemiyordum da, gitmiş gibi yapıyordum. Bir bakmış bir yokmuş, hikaye gibi istediğimizi yazamıyor ama başkalarının yazdığını okuyorduk.  Hani okuyorduk ama anlamamak için çaba da gösteriyorduk, dönüp dolaşıp aynı hikayeyi bir daha okuyorduk ve yine anlamak istemiyorduk, hikaye çok boktandı ve biz sonunu hiç sevmemiştik alıp elime kalemi kağıdı hikayeler yazdım ona, okudu ama yine anlamadı. Bıraktım hikaye yazmayı yüzüne yüzüne söyledim yine anlamadı, bence anladı baştan beri her şeyi anladı ama kalbinden geçen şey ile korkuları savaşıyordu ve halen bir galibi yoktu, bende taraflardan birinde lejyoner gibiydim kalbinde yarattığı ve en önde gönderdiği bir savaşçı misali savaşıyordum korkuları ile, korkuları o kadar büyüktü ki elimde kılıç onlarda toplar tüfekler vardı, yalnızdım savaşımda. Aslında savaştan çıkıp gidebilirdik, korkuları kendi kendini yeyip bitirebilirdi de,ama gitmedik biz hep ateş hattında kendimizi müdafa ettik. Bu savaşın sonuna biz karar veremeyecektik kazansak bile ben yine duracaktım kılıcım elimde, dünyayı mı fetih etmem lazımdı? Ben sana Dünyayı fetih edemezdim ama sana minicik güzel bir dünya kurardım, içinde bir şey olmazdı bomboş olurdu, her şeyini biz yapardık ellerimizle, emeğimizle.
İnsanlar kötüdür, kötü hikaye yazan insanlar, başkaların hayatına kötü sonlu hikaye yazanlar bunlardan dolayı utanıyorum insan olmaktan hayvan olayım lan ben dedim en iyisi sonra bir gün yanına gidip öp beni kurbağa olayım tekrar dedim. 
Öptü eşşek oldum, ve biz yine istediğimiz olamadık.


Doğan Çağlaroğlu